GöremediğimizTüm Işıklar - Anthony Doerr Kitap yorumu


Bayram seyran demedim sondan bir önce bitirdiğim kitapla geldimmm hem de 2014 Pulitzer ödüllüsünden bir kitapla :) 

Kitabın kapağındaki şehir, olayların çoğunu ve en önemlilerini okuyacağınız Fransa'nın Saint Malo şehri. Kapağı açtığınızda karşınıza çıkan cümlelerin bir kaçı ise şunlar;

"Anthony Doerr dünyayı bir bilim adamı görüp, bir şair gibi yorumlayabilen bir yazar...."

"Kendisini asla unutturmayacak kadar güzel."

Tam 570 sayfa. Dolu dolu, bir satırı atlarsanız çok şey kaçıracağınızı düşündüren, sizi yoğuran, düşüncelerinizi yoğuran, hayal gücünüzü yoğuran, ikna olma kapasitenizi zorlayan, meraklandıran ve sanki her şey gözünüzün önünde oluyormuşcasına  büyüleyen bir eser.

Bir kaç alıntı ile başlamak istiyorum:

"Doğuştan katarakt. Her iki gözünde de. Düzeltilmesi imkansız, demişti doktorlar. 'Bunu görebiliyor musun?' diye sormuşlardı. 'Bunu görebiliyor musun?'. MArie-Laure hayatının sonuna kadar hiçbir şey göremeyecekti. Eskiden tanıdık olan alanlar, babasıyla birlikte yaşadığı dört odalı daire, sokaklarının sonundaki ağaçlarla çevrili küçük meydan, onun için artık tehlikelerle dolu labirentler haline gelmişti. Çekmeceler asla olmaları gereken yerlerde değildi. Tuvalet dipsiz bir uçurumdu. Bir bardak su ya çok yakın ya da çok uzaktaydı; parmakları ise çok büyük, çok her zaman çok büyüktü...

...

Onun hayallerinde ve rüyalarında her şeyin bir rengi vardı. Müzenin duvarları bej, kestane ve fındık renklerindeydi. Bilim adamları lila, limon sarısı ve tilki gibi boz renkliydi. Nöbetçi odasındaki telsiz radyonun hoparlöründen gelen piyano akorları, koridordan anahtar deposuna kadar zengin siyahlar ve çapraşık maviler fırlatıyordu. Kilise çanları pencerelerde bir yana yatmış bronz renkli kemerler oluşturuyordu. Arılar gümüş renkliydi, güvercinler zencefil, koyu kestane ve bazen de altın rengindeydi. Babasıyla birlikte sabah yürüyüşlerinde yanından geçtikleri devasa sedir ağaçları yanardöner kaleydoskoplar gibiydi, her bir iğneli yaprak bir ışık poligonuydu...

...

"Tarihten almamız gereken en büyük ders nedir, biliyor musun? Tarihin zaferi kazananlar tarafından yazılıyor olması. İşte ders budur. Kazanan kim ise tarih hakkında karar verecek olan da odur..."

...

-az sonra buradan çıkacağız, değil mi? diye sordu Marie-Laure.
-Öğlen olunca.
-Vaktin geldiğini nasıl anlayacağız?
-Silah sesleri durduğunda. diye yanıtladı Werner.
...



Anlatılan yıllar İkinci Dünya Savaşı yılları. İki tarafın da insanlarıyla tanışıyorsunuz, onların iç dünyalarına yolculuk ediyorsunuz, sadece geçmişlerini değil, geleceklerini ve duygularını da öğreniyorsunuz. 

Başta iki karakter var aslında, ama arka plandaki tüm insanlara dair olan merakınızı da gideriyor yazar. 
Marie-Laure 16 yaşında doğuştan katarakt, kör bir Fransız kız. Öyle sağlam, öyle akıllı ve sevgi dolu bir babası var ki, göremeyişine hiç üzülmüyor. Çünkü çok cesur. Babasının kızıyla olan ilgisine, eğitim yöntemlerine, aralarındaki bağa hayran kaldım. Babası Doğa Tarihi Müzesi'nde basit bir çilingir-anahtarcıbaşı oysa ki...
Savaş çıkınca, Doğa Tarihi Müzesi'nde önemle korunan efsanelerle anılan Alev Denizi isimli kıymetli bir taş ile birlikte Saint Malo şehrindeki amcalarının yanına göç edip, birlikte kalmaya çalışıyorlar. Amcası Etienne deniz bilimcisi, gök bilimcisi, her şey... ama en çok deniz... yumuşakçalar, deniz yıldızları, deniz kabukları, istiridyeler.... Etienne, Marie-Laure için yeni bir umut oluyor, Marie-Laure Etienne için yeni bir başlangıç oluyor.

(Aklınıza gelen gelmeyen çoğu canlıyı ben de onlarla öğrendim. Ve Marie-Laure'un okuduğu Denizler Altında Yirmi Bin Fersah'ı ben de onunla birlikte okudum. )

Werner... Onun gözleri gök mavisi, saçları kar rengi, her zaman yaşında biraz küçük gösteren 16 yaşında Alman bir çocuk. Sayısal zekası üst derecelerde olan, bozulmuş bir radyo devresini bir kaç dakika içerisinde sadece bakarak ve düşünerek tamir edebilen, kız kardeşi Jutta ve Yurttaki Frau Lena hariç kimsesi olmayan bir yetim... Savaş başladıktan kısa süre sonra üst düzey bir Alman yetkili tarafından keşfedilip, "eğitilmek" üzere askeri bir okula yollanır. Kitapta Werner'in okula gitmeden önceki, gittiği dönemi ve sonrasını okuyoruz. Arkadaşları ile tanışıp, o çocukların beyinlerinin nasıl yıkandığını öğreniyoruz. Nazi'lerin nasıl nazi olduğunu öğreniyoruz aslında. 
Kitabın arka kapak tanıtımında Marie-Laure ile Werner'in kaderlerinin kesişmesinden bahsediyor. Evet kesişiyor. Ama biraz farklı değişik bir sonu var kitabın. Sonunu söyleyip sizi yönlendirmek istemiyorum. Ayrıca siz de lütfen lütfen lütfen sonlarına kesinlikle bakmadan okuyun kitabı. Öncesinde sonuna bakmayın!!! 

Yukarıda size yazdığım alıntıların daha nicesini kitapta post-it ile işaretleyerek kendime ayırdım. Kör bir kız oldum ben de kitabı okurken, kör ama herkesten daha fazlasını gören ve duyan, hisseden oldum. 16 yaşında, savaşı, yaşamı, idealleri sorgulayan bir çocuk oldum. Ve kitabı ağlayarak bitirdim. Sonuna varmadan daha başladım ağlamaya. Bitireli 4 gün olmasına rağmen, kucağımda satırları taradıkça, bazı diyalogları okudukça yeniden o zamana, o şehre gidiyorum ve bir yumru gelip boğazıma oturuyor. 

Kütüphanenizde bulunmasından övünç duyacağınız, arada bir elinizin satırlara değip, yeniden sizde bıraktığı duyguyu hatırlamak isteyeceğiniz türden bir kitap. Bence harikaydı. En kıymetli sahip olduğumuz şey "zaman" ve ben bu kitaba ayırdığım zamandan, çıktığım yolculuktan çok memnunum..

Nice güzel, mutlu ve bol kitaplı bayramlar dilerim :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçimdeki Müzik - Sharon M. Draper Kitap yorumu

Şampiyon - Marie Lu kitap yorumu (Efsane serisi)

Şah & Sultan - İskender Pala - Kitap Yorumu